BİYOLOJİ

ORGANİK BİLEŞİKLER
Canlılarda bulunan organik bileşikler karbonhidratlar,yağlar, proteinler, enzimler,nükleik asitler ve vitaminlerdir. 
Organik bileşiklerden bazıları hücrede enerji verici,bazıları yapı maddesi, bazıları da metabolizmada düzenleyici madde olarak görev yaparlar.

tit ----> protein+(n-1)H

KARBONHİDRATLAR

 
              Yapılarında karbon(C), hidrojen ve oksijen(O) bulunduran organik bileşiklerdir. Karbonhidratlar hücrelerde iki farklı amaç için kullanılır.
              Canlılar metabolik olayları için gerekli enerjiyi öncelikli olarak karbonhidratları kullanarak sağlarlar. İçerdiği enerji miktarı yağlar ve proteinlerden az olmasına rağmen, solunum olayı ile parçalanması daha kolay olduğundan hücrelerin ilk tercihi karbonhidratlar olur.
              Enerji vermelerinin dışında hücrelerde yapı maddesi olarak da kullanılabilir. Örneğin deoksiriboz DNA'nın, riboz ise RNA ve ATP moleküllerininyapısına katılır. Kitin böceklerin kabuklarını, selüloz ise bitkilerin hücre duvarlarını oluşturur. Glikoz ise protein ve yağlarla birleşip glikoprotein ve glikolipit olarak hücre zarının yapısına katılır.
             Karbonhidratmar monosakkarit, disakkarit ve polisakkarit olmak üzere 3 farklı grupta incelenirler.

          1. Monosakkaritler:

           Basit şekerler olarak da adlandırılan monosakkaritler, karbonhidratların monomerleridir. Karbon sayıları 3 ile 8 arasında değişir. Hücrelerde en fazla bulunanları beş karbonlu ve altı karbonlu olanlarıdır.

***UYARI*** Monosakkaritler monomer yapıda oldukları için sindirime uğramazlar ve hücre zarından geçebilirler.

*Beş karbonlulara örnek olarak riboz ve deoksiriboz verilebilir. Beş karbonlular yapı maddesi olarak kullanılır. Riboz RNA ve ATP'nin, deoksiriboz ise DNA'nın yapısına katılır. Bu moleküller hücrede enerji verici olarak kullanılmazlar.

*Altı karbonlulara örnek olarak glikoz, fruktoz ve galaktoz örnek verilebilir. Bu moleküllerin kapalı formülleri aynı olduğu halde açık formülleri farklıdır. Böyle moleküllere izomer denir.

        En önemlisi glikozdur.
         Glikoz;
*ATP üretmek için ilk tercih edilen bileşiktir.
*Beyin hücrelerinin temel enerji kaynağıdır. Kandaki glikoz miktarının azalmasından en çok beyin hücreleri etkilenir.
*Sağlıklı insanların 100 ml kanında 90-100 mg glikoz bulunur. Kandaki miktarı insülin, glukagon ve adranalin hormonlarının denetiminde belirli değerler arasında sabit tutulur.
*Ayıracı benedikt veya fehnling çözeltisidir. Bu çözeltilere kiremit rengi kırmızısı rengini verir.

***UYARI*** Vücuda alınan fruktoz ve galaktoz karaciğerde glikoza dönüşüp kana karışır.

           2. Disakkaritler:
          İki molekül monosakkaritin glikozit bağı ile ile birleşmesiyle oluşur. Bu sırada bir molekül su açığa çıkar.

***UYARI***  Küçük moleküllerin birleşirken su açığa çıkarması şeklinde olan tepkimelere dehidrasyon sentezi denir.

        Canlılardaki en önemli disakkaritler maltoz, loktoz ve sükrozdur. Bunlardan maltoz ve sükroz bitkisel, laktoz ise hayvansal kaynaklardır.

Glikoz + glikoz ==>maltoz + H2O

Glikoz + fruktoz==>sükroz + H2O

Glikoz + galaktoz ==>laktoz + H2O

        Disakkaritler büyük molekül oldukları içinhücre zarından geçemezler. Disakkaritlerin monomerlerine ayrılması, glikozit bağlarının su kullanılarak koparılması ile gerçekleşir.

***UYARI***  Büyük moleküllerin su kullanılarak monomerlerine ayrıştırılmasına hidroliz denir.
***UYARI***  Dehidrasyon olaylarında ATP harcanırken, hidroliz olaylarında ATP harcanmaz da çıkmaz da. Bu yüzden dehidrasyon sadece canlı hücrelerde gerçekleşirken, hidroliz cansız ortamlarda da gerçekleşebilir.

         3-)POLİSAKKARİTLER:
         Çok sayıda monosakkaritin glikozit bağı ile birleşmesiyle oluşan karbonhidratlara polisakkarit denir.

n(Monosakkarit) ==>polisakkarit + (n-1)H2O

        Polisakkaritlerin temel yapı birimi glikozdur. Glikoz moleküllerinin farklı bağlanması polisakkaritlerin farklı olmasını sağlar.(farklı bağlanması derken yanlış anlamayın bağ gene glikozit bağıdır.) Polisakkaritlerde binlerce glikoz molekülü bulunur. Örneğin selüloz 10.000 glikoz molekülünün birleşmesinden oluşur.
         Polisakkaritler deposal ve yapısal olmak üzere iki farklı gruba ayrılır. Nişasta ve glikojen deposal, selüloz ve kitin ise yapısal polisakkaritlere örnektir.

***UYARI***  Dehidrasyon reaksiyonlarında açığa çıkan su ile monomerler arasında kurulan bağ sayısı eşittir.

     *Nişasta:
       Glikozun bitki hücrelerindeki depo formudur. Pirinç, arpa ve mısır gibi bitkilerin tohumlarında, patates ve havuç gibi bitkilerin ise köklerinde depo edilir. Bitkiler, fotosentez ile ürettikleri glikozun fazlasını plastidlerinde(lökoplast gibi) nişasta olarak depolar. Enerji gerektiğinde nişasta moleküllerini glikoza çevirerek kullanırlar. Nişasta molekülünün ayıracı iyottur. Nişasta ve iyot mavi-mor renk oluşturur. 

***UYARI***  Nişasta molekülleri büyük molekül olduklarından hücre zarından geçemez. İnsanlar besinlerle beraber aldıkları nişastayı sindirerek glikoza dönüştürür. Glikoz küçük molekül olduğundan ince bağırsakta emilerek kana karışır.
***UYARI***  İnsan hücrelerinde nişasta bulunmazzzz.

      *Glikojen:
       Glikozun hayvan hücrelerindeki depo formudur. Besinlerden elde edilen glikozun fazlası karaciğer ve kas hücrelerinde glikojen olarak depolanır. Kandaki glikoz miktarı azaldığında karaciğerdeki glikojen glikoza dönüştürülerek kana verilir. Kas hücreleri depoladıkları glikojenleri kendi faaliyetleri için kullanırlar. Glikojen deposu canlıya uzun süre yetecek kadar değildir. Örneğin insanlarda glikojen bankası yiyecekle beslenmediği taktirde bir günde tükenir.

***UYARI*** Bakteri ve mantarlar da glikozun fazlasını glikojen olarak depolar.

        *Selüloz:
         Bitkilerin hücre duvarlarında bulunan yapı maddesidir. Suda çözünmez.(çözünseydi bitkiler yağmurda erirdi). Glikozları birbirine bağlayan glikozit bağları farklı olduğundan birçok hayvan selülozu sindiremez. Bu yüzden besinlerle alınan selüloz sindirilmeden vücuttan atılır.

        *Kitin:
        Böcek ve örümcek gibi eklem bacaklıların dış iskeletinde bulunan azotlu bir polisakkarittir. Ayrıca mantarların hücre duvarlarında bulunur. Saf kitin deri gibi yumuşak olmakla birlikte, yapısına kalsiyum karbonat tuzunun katılması ile sertleşir.

YAĞLAR(LİPİTLER)

 
           Canlıların temel besinlerinden biri olan yağlar karbon(C), hidrojen (H) ve oksijen (O) atomlarının birleşmesi ile oluşurlar. Bazı yağlarda fosfor(P) ve azot (N) gibi atomlar da bulunabilir. Ayrıca yağlardaki hidrojenin oksijene oranı karbonhidrat ve proteinlere göre daha yüksektir.
***UYARI***  Yağlar, karbonhidrat ve proteinlerden daha fazla hidrojen atomu içerir. Bu yüzden solunumla parçalandıklarında daha fazla enerji açığa çıkar.

          Diğer organik moleküllerden farklı olarak yağların ortak bir monomer çeşidi yoktur. Bu moleküllerin en önemli özelliği suda çözünmemeleri veya çok az çözünmeleridir. Yanlızca klorofom, benzen, eter ve aseton gibi organik çözücülerde çözünürler. Biyolojik açıdan önemli olan yağlar; yağ asitleri, trigliseritler, fosfolipitler ve steroitlerdir.

           *Yağ asitleri:
         Genel olarak 16-18 karbon atomu içeren bir iskelete sahiptirler. Bu iskeletin sonunda bu moleküle asit özelliği kazandıran bir karboksil(COOH) grubu bulunur. Yağ asitleri uzunlukları ve karbon atomları arasındaki bağların tek yada çift olmasına göre doymuş ve doymamış yağ asitleri olmak üzere iki gruba ayrılır.
        
          Karbon atomları arasında tek bağ bulunan yağ asitlerine doymuş yağ asitleri denir.
Bu moleküllerde ki karbon atomları tamamen hidrojene doymuştur. Moleküle iskeleti bozulmadan hidrojen atomu eklenemez. Doymuş yağ asitleri çift bağ içermediklerinden düz zincirler halindedir. Palmitik asit ve stearik asit doymuş yağ asitlerine örnek olarak verilebilir.

         Doymuş yağ asidi içeren yağlara doymuş yağ adı verilir. B yağlar hayvansal kaynaklı olup oda sıcaklığında katıdırlar. Tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı doymuş yağlardır.
          
             Karbon atomları arasında çift bağ bulunan yağ asitlerine doymamış yağ asileri denir.Bu moleküllerin karbon atomları hidrojene doymamıştır. Doymamış yağ asitleri çift bağ içerdiğinden düz zincir yerine dallanmış bir yapı gösterir. Bazılarında bir çift bağ bulunurken bazılarının yapısında iki çift bağ bulunur.
             Doymamış yağ asidi içeren yağlara doymamış yağ denir.Bu yağlar bitkisel kaynaklı olup oda sıcaklığında sıvı halde bulunurlar. Ayçiçek yağı, mısır yağı, soya yağı ve zeytin yağı doymamış yağlardır.

***UYARI***  Bitkisel yağların karbon atomları arasındaki çift bağdan birinin koparılıp, yerine hidrojen bağlanmasıyla margarinler elde edilir.
***UYARI*** İnsan vücudunda sentezlenemeyip, besinlerle beraber alınması zorunlu olan yağ asitlerine temel(esansiyel) yağ asitleri denir. Omega 3 ve omega 6 temel yağ asitleridir.
***UYARI*** Hayvansal kaynaklı yağların birçoğu doymuş yağlardır fakat balık yağı istisnadır domyamış yağdır ve sıvıdır.

              *Trigliseritler(nötr yağlar, nötral yağlar):
          Canlılarda en fazla bulunan yağ çeşididir. Üç molekül yağ asidinin, bir molekül gliserole (gliserin) ester bağları ile bağlanması sonucu oluşurlar. Bu reaksiyon sırasında 3 molekül su açığa çıkar.(Dehidrasyon sentezi)

               *Fosfolipitler:

             Hücre zarının temel bileşenleridir. Proteinle beraber hücre zarını oluştururlar. Trigliseritlerden farklı olarak bir gliserol molekülüne iki yağ asiti bağlanmıştır. Gliserole bağlanan üçüncü bir grup ise negatif yüke sahip bir fosfattan oluşur.
              Bir fosfolipit molekülü suyu seven(hidrofibik) bir baş ile suyu sevmeyen(hidrofobik) bir kuyruktan oluşur. Bu yüzden suya bırakılan fosfolipitler kendiliğinden bir araya gelerek farklı yapılar oluşturabilirler. Miseller ve hücre zarının çift tabakalı fosfolipitler bu duruma örnek olarak gösterilebilir:

                           
MİSEL
         
HÜCRE ZARINDAKİ ÇİFT TABAKALI FOSFOLİPİTLER


                *Steroitler:
 
              Steroitlerin yapısında dört karbon halkası ve onlara bağlı halde çeşitli işlevsel yan gruplar bulunur. Kolesterol, D vitamini, safra tuzları, erkek ve dişi eşey hormonları ile böbrek üstü bezlerin korteks hormonları (kortizol ve aldosteron) steroitlere örnek olarak verilebilir.
              
             Dişi ve erkeklerde steroit yapılı östrojen ve testosteron hormonlarının fonksiyonel grupları birbirinden farklıdır. Moleküler yapıdaki bu minik farklılık omurgalı hayvanların dişi ve erkeği arasındaki anatomik ve fizyolojik açıdan değişiklikler oluşturur.

               YAĞLARIN CANLILAR İÇİN ÖNEMİ:
*   Enerji değeri çok yüksek olan moleküllerdir. İçerdikleri enerji miktarı protein ve karbonhidratların iki katı kadardır.
*    Hücrelerde oksijenli solunumla parçalandıklarında bol miktarda enerji ile beraber metabolik su açığa çıkar. Bu yüzden kış uykusuna yatan hayvanlar (ayı), göçmen kuşlar (ördek) ve çöl hayvanları (deve) yağ depolar.
*     Hücrenin yapısına katılırlar. Hücre zarında glikolipit ve fosfolipit gibi yağlar bulunur.
*     Steroitler hormon ve vitaminlerin yapısına katılarak düzenleyici görevi görür.
*     Soğuk bölgelerde yaşayan hayvanlarda (balina ve kutup ayısı) deri altında birikerek yalıtım sağlar 
*      İç organların etrafını sararak organları mekanik darbelere karşı korur.


VİTAMİNLER

* Organik bileşiklerdir ve dışardan alınırlar.
* Enerji değerleri yoktur.Düzenleyici ve hastalıklara karşı koruyuculardır.
*Hiçbir Kimyasal sindirime uğramadan hücre zarından geçer ve kana karışırlar.
Vitaminler, insan metabolizması için ihtiyaç duyulan, temel, enerjisiz gıdalardır. İnsan vücudu tarafından üretilemezler, fakat günlük gıdalardan temin edilmesi gerekir. Enzimatik reaksiyonlar için kofaktör olarak görev yapmaları temel fonksiyonlarıdır. Ayrıca, kanın pıhtılaşması, bağışıklık sistemi, sinir sistemi, görme fonksiyonları, deri yapılanmasını da kapsayan çeşitli rolleri vardır. 
Vücut, farklı vitaminlere farklı miktarlarda gereksinim duyar. Farklı insanların farklı vitamin ihtiyaçları vardır. Çocuklar, yaşlılar ve hamile bayanlar gibi bazı özel rahatsızlığı bulunan insanlar günlük gıda alımında daha fazla vitamine ihtiyaç duyarlar. 
İki sınıf vitamin vardır: yağda çözünen vitaminler (A, D, E ve K) ve suda çözünen vitaminler (B ve C). Alınması gereken miktardan fazla alınan yağda çözünen vitaminler insan vücudunda depolanabilirler, bu arada fazladan alınmış olan suda çözünen vitaminler vücuttan atılırlar. Bu, çok nadir olarak suda çözünen vitaminler için olabilen, ama genellikle çok fazla miktarda alınmış olan yağda çözünen vitaminlerin neden olduğu toksisite semptomlarının nedenidir. Diğer yandan, dokularda depolanmadığı için suda çözünen vitaminlerin vücutta eksiklik belirtileri kendini gösterir. Eksikliğinde görülen rahatsızlıklar baş ağrısı, deri problemleri, iştah kayıpları gibi basit problemlerden uzun süreli B1 vitamini kayıplarının neden olduğu beriberi veya uzun dönem C vitamini kaybı sebebiyle oluşan skorbüt adı verilen ciddi ve şiddetli seyir gösteren hastalıklara neden olabilirler. Bununla birlikte, şiddetli vitamin eksikliği gelişmiş olan ülkelerde pek görülmez. Fakat, popülasyonun birçok alt grubu için alınması gereken optimum miktardaki sapmalar belirebilir. 
Vitaminler, meyveler, sebzeler, et ürünleri, balık ve süt ürünleri gibi tüm gıdalarda bulunurlar. Düzeyleri gıdanın çeşidine yada kullanım şekli ve işleme yöntemlerine bağlıdır. Uzun depolama süresi ve uzun işleme koşulları gıdadaki vitamin düzeyini azaltabilir. 




NÜKLEİK ASİTLER
Nükleik asitler hücrenin en önemli organik bileşikleridir.Nükleik asitlere bu ismin verilmesinin nedeni su içindeki süspansiyonlarının asit reaksiyon vermesindendir. Nükleik asitler bütün canlılarda deoksiribonükleik asit (DNA) ve ribonükleik asit (RNA) biçiminde bulunurlar. 
Ökaryotik hücrelerde DNA başlıca nükleusta bulunur.Sitoplazmada ise DNA az miktarda mitokondri ve kloroplast içinde bulunur.
RNA hücrede hem nükleus hem de sitoplazmada bulunur. Sitoplazmada ribozom yapısının büyük bir kısmını oluşturur, ayrıca mitokondri ve kloroplastta da RNA vardır.
DNA molekülünün yapısı:

DNA molekülü, sarmal şekilde kıvrılmış, merdivene benzer bir yapıdadır.Merdiven kenarlarını şeker (deoksiriboz) ve fosfat molekülleri, basamaklarını da organik bazlar oluşturur.Karşılıklı yer alan nükleotit zincirinde, her zaman guanin sitozinin, adeninde timinin karşısına gelir.



A = T G = S 

T = A S = G



RNA molekülünün yapısı:

RNA çok sayıda nükleotidin tek sıra hâlinde yan yana dizilmesi sonucu oluşur.RNA molekülü riboz, fosfat grubu ve organik

bazlardan oluşur.Organik bazları adenin, guanin, sitozin ve urasildir.


1.Mesajcı RNA (mRNA): DNA’da bulunan kalıtsal bilgiyi sitoplazmadaki ribozomlara taşır. 

2.Ribozomal RNA (rRNA): Proteinlerle birlikte ribozomların yapısını oluşturur.

3.Taşıyıcı RNA (tRNA): Hücre içindeki amino asitleri tanır ve bunları ribozomlara taşır.

AMİNO ASİT

* Amino asitler hem asit hem de baz özelliktedirler. Yani amfoterdirler.
* Amino asitleri birbirine bağlayan bağlara Peptit Bağ denir.
Aminoasit+.......+aminoasit ---->polipeptit ----> protein+(n-1)H2O


VİTAMİNLER;

A VİTAMİNİ

A vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir. Karaciğerde depolanan bu vitamin ısıya ve pişirmeye dayanıklıdır.
Yararları: Sağlıklı deri ve saçlar için gereklidir. Diş, dişeti ve kemik gelişiminde önemli rol oynar. Normal görme ve gece görme de etkilidir. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Akciğer, mide, üriner sistem ve diğer organların koruyucu epitelinin düzeninde rol oynar. Kanser, damar sertliği ve katarakt gibi hastalıkları önlediği yolunda önemli bulgular elde edilmiştir. Bu vitamin ayrıca protein bileşimine katılır ve tümörlerde görülen hücrelerin kontrolsüz biçimde çoğalmasını önler. Yaşlılıkta etkinliği çok artan kolajenaz enziminin indirgeyici etkisini önlediği saptanmıştır.
Hangi besinlerde bulunur?
Sütte, yumurta sarısında, ton ve morina balıklarının karaciğer yağında (balık yağı) bulunur. Ayrıca tereyağı ve peynirde de bulunur. Havuç ve havuç benzeri sarı-turuncu renkli sebzelerde A vitamininin ön maddeleri vardır(alfa karoten). Sonradan A vitaminine dönüşecek olan Beta Karoten ve diğer karotenoidler ise yeşil yapraklı ve sarı sebzelerde ve tahıllarda bulunur.
Eksikliği nelere yol açar?
A vitamini eksikliğinde gözde ve deride keratoz, kseroftalmi (göz akı ve kormeanın parlaklığını kaybederek kuruması), foliküler hiperkeratoz (bir deri hastalığı) ve gece körlüğü görülür. Bağışıklık sisteminin zayıflaması, enfeksiyonlara elverişli hale gelme, akne (sivilce) oluşumunda artış, yorgunluk, diş, dişeti ve kemiklerde deformiteler A vitamini eksikliğinin yol açabileceği diğer şeylerdir.

B VİTAMİNİ

Hayvansal ve bitkisel gıdalarda bulunur. Süt, ciğer, yumurta ve yeşil yapraklı sebzeler ile işlenmemiş hububat ürünleri bunlar arasında sayılabilir.

Yararları : Gıdalarda bulunan enerjinin açığa çıkmasını, hormonların üretilmesini, ağız dil ve cilt dokusunun sağlıklı kalmasını sağlamaK


B1 VİTAMİNİ: TİAMİN
Yararları: Vitamin B1 ya da Tiamin, diğer B grubu vitaminlerle birlikte vücudun, özellikle beynin, enerji üretiminimde gerekli bir vitamindir. Bu vitamin öncelikle şeker hastalığı, doku sertleşmesi, sinirsel hastalıklar önlenmesinde kullanılır ve yaşlı insanların zihinsel fonksiyonların sürdürebilmesine yardımcı olur. Merkezi sinir sistemi sağlığını korumakta önemli bir rol oynar. B1 vitamini kan hücrelerinin oluşumu ve sağlıklı bir dolaşım sistemi için gerekli olan hidroklorik asidin üretiminde rol oynar. Ayrıca karbonhidratlardan enerji üretiminde, kalp ve sindirim sistemi kaslarının tonusunun korunmasında anahtar rolü vardır.

Hangi besinlerde bulunur?
Buğday başağı, kepek, bira mayası, sebzeler gibi birçok besinde bol miktarda bulunur. Sebzelerin pişirilmesi, sütün kaynatılması yada sterilize edilmesi çok önemli miktarda tiamin kaybına neden olur, bu nedenle pastörize olmuş sütte az bulunur. Kuru fasulye, yumurta, bütün hububatlar, kahverengi pirinç ve deniz ürünleri B1 kaynaklarıdır. Süt ve süt ürünleri, sebze ve meyveler B1 açısından çok zengin kaynaklar olmasalar da yüksek miktarlarda tüketildiklerinde yeterli B1 vitamini sağlayabilir.

Eksikliği nelere yol açar?
B1 vitamini eksikliği durumunda “Wernicke-Korsakoff” sendromu hastalığı görülür. Ciddi bir beyin hastalığı olan bu sendrom alkol kullanımı ve tiamin eksikliği birleşiminde görülür. Hafif dereceli tiamin eksikliği ise yorgunluk ve depresyon ile sonuçlanır. B1 düzeylerindeki yetersizlik ise; gözlerde güçsüzlük, zihin bulanıklığı ve fiziksel koordinasyonda bozukluğa sebep olur. Ayrıca iştah azalması, sindirim bozukluğu, kabızlık, yorgunluk, başağrısı, sinir ve dolaşım sistemi hastalıkları, kas krampları, ödem gibi sorunlara yol açabilir.

B1 vitaminin uzun süre eksikliklerinde “Beriberi” adı verilen ve merkezi sinir sistemini yıkıcı ve bazen ölümcül derecede etkisi olan bir hastalık oluşabilir. Beriberi'ye beslenme düzeyleri yeterli olan ülkelerde pek rastlanmaz. Ancak uzun süreli alkolizm vakalarında bu hastalığa ratlanabilmektedir. B1 düzeylerini ağızdan alınan antibiotikler, sulfa grubu ilaçlar, antiasitler ve doğum kontrol hapları da etkileyebilir. Ayrıca karbonhidratı yüksek diyetle beslenen kişilerde B1 ihtiyacı artabilmektedir.

B2 VİTAMİNİ: RİBOFLAVİN
B2 suda eriyen bir vitamindir ve vücutta depolanmaz.
Yararları: Biboflavin olarak da adlandırılan B2 vitamini enerji üretimi, enzim fonksiyonu, normal yağ asidi ve aminoasit sentezi için önem taşımaktadır. Besinlerden enerjinin serbest bırakılmasında rol oynar. A vitamini ile birlikte kullanıldığında solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sisteminin mukozasının sağlıklı olmasını sağlar. Sinir sistemi, deri ve gözleri korur. Normal büyüme ve gelişmeye yardımcı olur. Enfeksiyon, alkolizm, yanık, mide ve karaciğer hastalıkları tedavisine yardımcı olur. Migren, katarakt, orak hücreli anemi tedavisinde kullanılır.
Yetersiz kalorili diyet alanlar, beslenme bozukluğu olanlar veya kalori ihtiyacı artmış kişiler. Gebe veya emziren kadınlar, alkol veya diğer madde bağımlıları, kronik hastalığı olanlar, uzun süreli stres altında olanlar, yakın geçmişte operasyon geçirmiş kişiler, sporcular ve beden işçileri, sindirim sisteminin bir bölümü operasyonla alınmış olanlar, ağır yanık veya yaralanması olan hastalar, doğum kontrol hapı veya östrojen kullananlar yoğun B2 vitamini ihtiyacı duyarlar.

Hangi besinlerde bulunur?
Açık yeşil sebze ve meyvelerde bulunur. Diğer B2 kaynakları: badem, bira mayası, peynir, tavuk, sığır eti, böbrek, buğday.

Eksikliği nelere yol açar?
Ağır B2 eksikliğine nadir olarak rastlanır. Alkol bağımlılarında görülebilir. Ancak çok ağır olmasa da tehlikeli düzeyde riboflavin eksikliği yaşlıların yaklaşık yüzde 33'ünde görülebilmektedir. 2 eksikliği ağız kenarlarında çatlaklar, dil ve dudaklarda iltihaplanmalar, ışığa duyarlı gözler, ciltte kaşıntı, sersemlik, uykusuzluk, öğrenme güçlüğü, gözlerde yanma ve kaşıntı ve kornea hasarına yol açabilir.

B3 VİTAMİNİ: NİASİN
Niasin, Niasinamid veya Nikotin Amid olarak da adlandırılan B3 vitamini; protein, yağ ve karbonhidrat metabolizması için gerekli olan bir vitamindir.

 
Yararları: 3 vitamini kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur. Beyin ve hafızanın ileri fonksiyonlarının denetlemesinden dolayı şizofreni ve diğer zihinsel hastalıklarda tedavi edici rol oynar. Son olarak yeterli B3 düzeyinin insülin ile östrojen, progesteron ve testesteron gibi cinsiyet hormonlarının sentezi için hayati rol oynadığı gösterilmiştir. Son zamanlarda kan kolesterolünü ve trigliseritini yan etki olmadan emniyetle düşürebildiği için doktorlar tarafından bu amaçla sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak B3 vitamininin kullanımında doz ayarlaması mutlaka doktor tarafından yapılmalıdır.

Hangi besinlerde bulunur?

B3 vitamini içeren doğal yiyecekler sığır eti, brokoli, karnabahar, havuç, peynir, mısır unu, yumurta, balık, süt, patates ve domatestir. Ette bol miktarda vardır. Vücut, süt ve yumurtadaki proteinlerden de niasin üretebilir.

Eksikliği nelere yol açar?
B3 vitamini eksikliğinde “pellegra” adı verilen ve sinir sisteminde fonksiyon bozukluğu, mide bağırsak sistemi bozukluğu, ishal, zihin bulanıklığı, depresyon ve ağır dermatit ve çeşitli cilt lezyonlarına neden olan bir hastalık oluşur.


B5 VİTAMİNİ: Pantotenik Asit

Pantotenik Asit olarak da adlandırılan B5 vitamini hem hayvansal hem de bitkisel kaynaklarda bulunabildiğinden Yunanca "heryer" anlamına gelen "pantos" sözcüğünden kökenini almıştır. Vücutta depolanmayan ve suda eriyen bir vitamindir.

 
Yararları: Depresyonla savaşmakta olan faydasının yanı sıra mide bağırsak sisteminin normal çalışmasına yardımcı olur; kolesterol, D vitamini, kırmızı kan hücreleri ve antikorların üretimi için gereklidir.
Normal büyüme ve gelişmeyi destekler. Yiyeceklerin enerjiye dönüştürülmesine yardım eder. Birçok vücut materyalinin sentezine yardımcı olur. Böbrek üstü bezinin fonksiyonunu destekler, enerji metabolizmasında gereklidir. Çeşitli böbrek üstü bezi hormonları, steroidler ve kortizonun oluşumunda hayati rol oynadığı için antistres vitamini olarak da tanımlanır. Ayrıca şunlara iyi gelir: yara iyileşmesi, stress, depresyon, alerji, alkolizm, karaciğer sirozu, kabızlık, yorgunluk, mide ülserleri, osteoartrit, romatoid artrit vs…

Hangi besinlerde bulunur?
Dana eti, karaciğer, balık, tavuk, yumurta, peynir, fasulye, tüm tahıllar, hububatlar, karnabahar, bezelye, avakado, patates, mısır, kuru yemişler de bolca bulunur.

Eksikliği nelere yol açar?
Doğrudan B5 vitamini eksikliğine bağlı insanlarda oluşan hiçbir hastalık belirtilmemiştir. Bunun sebebi her türlü besinde bolca bulunmasıdır. Ancak B5 vitamini eksikliğine bağlı bazı belirtilerin oluşabileceği kanıtlanmasa da varsayılmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: sinir harabiyetleri, solunum problemleri, cilt problemleri, artrit, alerji, doğumsal bozukluklar, zihinsel yorgunluk, baş ağrısı, uyku bozukluğu, kas spazmları, kramplar.

B6 VİTAMİNİ: Pyridoxine

Pyridoxine olarak da adlandırılan B6 vücutta depolanmayan ve suda eriyen bir vitamindir. Diyetle veya ek vitamin olarak mutlaka alınmalıdır. Üç farklı formu vardır. Alkol, aldehit ve amin. Hayvansal ve bitkisel besinlerde düşük yoğunlukta bulunur.

 
Yararları: Vücutta diğer birçok vitaminden daha fazla hayati fonksiyonları destekleyici rol oynar. Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasında yer alır. Hormonlar, kırmızı kan hücreleri, sinir hücreleri ve enzimlerin oluşumunda rol oynarlar. Ayrıca B6 vitamini iştahımızı, ağrıya karşı duyarlılığımızı, uyku düzenimizi, ruh durumumuzu etkileyen serotonin adlı maddenin yapımında da etkili olmaktadır. B6 vitamini bağışıklık sistemini güçlendirir, kolesterol birikimine engel olarak kalbi korur, böbrek taşı oluşumunu engeller. karpal tunel sendromu, adet öncesi gerginlik sendromu, artritler, alerjiler, geceleri oluşan bacak kramplarının tedavisinde de kullanılır. B6 vitamini birçok enzimin oluşumuna katılır. Örneğin, demirin hemoglobin yapısına katılmasını sağlayan enzimlerin içinde de bulunurlar. Ensefalopati ve polinevrit gibi nörolojik hastalıkların tedavisinde B6 vitamini etken madde olarak kullanılır.

Hangi besinlerde bulunur?
Başlıca Vitamin B6 kaynakları arasında muz, avakado, tavuk eti, patates, ıspanak, bezelye, bira mayası, havuç, yumurta, balık ve bütün hububatlar gelmektedir. Tavuk, balık, ıspanak, patates, muz, kepekli ekmek, kuruyemiş diğer önemli kaynaklarıdır.

Eksikliği nelere yol açar?
B6 vitamini eksikliği son derece enderdir. Bu durumda deri, sindirim sistemi ve sinir sistemi rahatsızlıkları ortaya çıkar. Dudak ve dil çatlaması, egzama gibi fiziksel belirtiler görülür. B6 vitamini eksikliğinde ani uykusuzluk ve santral sinir sisteminin çalışmasında bozukluklar oluşmaktadır. Eksikliğinde depresyon, kusma, anemi (kansızlık), böbrek taşları, dermatitler, uyuşukluk, bağışıklık sisteminin zayıflamasına bağlı olarak sık hastalanma görülebilir. Yeni doğanlarda B6 vitamini eksikliğine bağlı olarak aşırı sinirlilik, huysuzluk; bazende kasılma nöbetleri görülebilir.


B12 VİTAMİNİ
Yararları: Suda eriyen B12 özellikle sinir sistemi fonksiyonları için gereklidir. Folik asit ile birlikte doğum defektlerini önlemekte önemli rol oynar. Yine folik asit ve B6 vitamini ile birlikte kalp hastalıklarını ve damar tıkanıklığını önleyici rol oynamaktadır.
Asetilkolin üretimini arttırdığı ve beyinde sinir iletimini düzenlediği için Alzheimer hastalığında koruyucu rolü olabileceği düşünülmektedir. Normal büyüme gelişmede olumlu rol oynar. Sinir hasarlarında tedavi edici rol oynar. Pernisiyöz anemi tedavisinde kullanılır. Mide bağırsak sisteminin bir kısmı cerrahi olarak çıkartılmış hastalarda oluşabilecek B12 vitamin eksikliğine bağlı belirtileri önler. Vejeteryanlarda ve birtakım emilim bozukluğu olan hastalarda oluşabilecek B12 vitamin eksikliğine bağlı belirtileri önler. Bağışıklık sistemini ve sinir sistemini güçlendirir. DNA molekülünü sentezler ve kırmızı kan hücrelerini üretirler.

Hangi besinlerde bulunur?
B12 vitamini folik asit ile birlikte alınmalıdır. Karaciğerde, sütte, yumurta akında, peynirde, balıkta, ette ve karideste bol miktarda, bitkilerde ise son derece az miktarda bulunur. Dana eti, dana karaciğeri, böbrek, midye, dil balığı, ringa balığı, uskumru, sardalya B12 vitamini içeren yiyeceklerdir. Sebzelerde ise B12 vitamini bulunmaz.

Eksikliği nelere yol açar?
B12 vitamin eksikliklerinde zihinsel ve sinirsel fonkisyonlar bozulabilir ve kulak çınlaması, hissizlik gibi belirtileri görülür. Yaşlı insanlarda depresyonun en önemli nedenidir. Yaşlandıkça B12 vitamininin emilimi için gerekli olan mide asitimiz giderek düşer. Besinlerin emilim yeteneğini kaybeden yaşlı insanlarda, B12 gereksinimi giderek artar. Bu nedenle 50 yaş üzerindeki insanların B12 vitaminini harici alınması önerilir. Diğer suda eriyen vitaminlerden farklı olarak vücut dokularında depolanabilir. Bu yüzden eksiklik belirtilerinin ortaya çıkması yıllar alabilir. Ağır vitamin B12 eksikliğinde ise sinir fonksiyonlarının bozulduğu kronik hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Yaş ilerledikçe vitamin B12 eksikliğinin görülme sıklığı artmaktadır. Araştırmalar 65 yaşın üstündeki kişilerin yaklaşık % 40'ında vitamin B12 eksikliği olduğunu göstermektedir. Bu yaşlarda görülen bazı zihinsel bozukluklar ve depresyonun bu nedenle oluşabileceği düşünülmektedir. Alzheimer hastalığına benzer belirtiler verebilir ve eksiklik uzun yıllar sürerse zihinsel bozulma geriye dönüşümsüz hale gelebilir. B12 vitamini eksikliğinin, iyileşmesi mümkün olmayan sinir tahribatlarına neden olması dolayısıyla, hayvansal ürünlerin hiçbirini yemeyen vejeteryanların, mutlaka ayrıca B12 vitamini alması gerekir. Hafif derecede B12 eksikliği çok sık görülür. Uyuşukluk, unutkanlık, sabahları yataktan yorgun kalkma gibi belirtiler HIV pozitif kişilerin yüzde 35 inde vitamin B12 eksikliği olduğu bulunmuştur. Yararı tam olarak kanıtlanamasa da AİDS tedavisinde vitamin B12 eklenmektedir.


C VİTAMİNİ
Yararları:
C vitamininin başlıca rolü doku bağlarını tutan ana protein maddesi olan kollojeni üretmek ve bağışıklık sistemi, sinir sistemi, hormonlar ve besinlerin emilimi fonksiyonlarına (E vitamini ve demir gibi) destek olmaktır. Göz merceği ve akciğer gibi yapılarda antioksidan olarak çalışır. C vitamini ayrıca antioksidan yapıda olan E vitaminine dönüşebilir. Yüksek dozda alınması halinde ne gibi yararlar getireceği yolunda çalışmalar sürmekle birlikte; beta karoten gibi, antioksidan etki nedeniyle, kanser, kalp-damar hastalıkları ve katarakta yakalanma ihtimalini azalttığı belirlenmiştir. Ayrıca, soğuk algınlığı gibi hastalıklara karşı da direnci arttırmaktadır.

Hangi besinlerde bulunur?
Turunçgillerde bol miktarda bulunur. Ayrıca; muzda, taze sebzelerde, maydanozda, kabakta, soğanda, domateste, lahana, ıspanak, kıvırcık salata gibi yeşil yapraklı sebzelerde ve biberde bulunur.

E VİTAMİNİ

Yararları:
En iyi antioksidandır. Serbest radikallerin oluşmasını engelleyerek kanser gibi dejeneratif hastalıkların oluşmasını engeller.
Hücre zarı ve taşıyıcı moleküllerin lipid kısmını stabilize ederek hücreyi serbest radikaller, ağır metaller, zehirli bileşikler, ilaç ve radyasyonun zararlı etkilerinden korur. Bağışıklık sisteminin aktivitesi için gereklidir. Timus bezini ve alyuvarları korur. Virütik hastalıklara karşı bağışıklık sistemini geliştirir. Göz sağlığı için hayati önem taşır. Retina gelişimi için gereklidir. Serbest radikallerin katarakt yapıcı etkilerini önler. Yaşlanmaya karşı koruyucudur. Serbest radikallerin; dokular, deri ve kan damarlarında oluşturduğu dejenaratif etkiyi önler. Yaşlanmayla ortaya çıkan hafıza kayıplarını da önleyici etkisi vardır.

Hangi besinlerde bulunur?
Başta tahılllar olmak üzere yeşil sebzelerde bol miktarda bulunur. Badem, ayçiçeği yağı, soya yağı, balık yağı, mısırözü yağı ve buğday tanesi en iyi kaynağıdır.

Eksikliği nelere yol açar?
E vitamini eksikliği ender görülür. Kansızlığa neden olabilir. E vitamini eksikliğinde kalp hastalıkları ve kanser riski artar. Çocuklarda hemolitik anemi ve göz bozuklukları, yetişkinlerde dengesiz yürüme, konsantrasyon bozukluğu, düşük tiroid hormonu seviyesi, sinir harabiyeti, uyuşukluk, anemi, bağışıklık sisteminde zayıflama görülebilir.

K VİTAMİNİ
K Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir. Genellikle vücutta bağırsak bakterileri tarafından sentezlenir.

Yararları: Kan pıhtılaşmasında önemli rol oynar. Bazı çalışmalar özellikle yaşlılarda kemikleri güçlendirdiğini göstermektedir.

Hangi besinlerde bulunur?
Lahana, karnabahar, ıspanak ve diğer yeşil sebzelerde, soya fasulyesi ve tahıllarda bulunur.

Günlük ihtiyacınız nedir?
Genellikle sebzelerle alınan günlük 60-85 mg. herhangi bir eklemeye gerek kalmadan yeterli olmaktadır.

Eksikliği nelere yol açar?
Kontrolsuz kanamalara neden olan K vitamini eksikliği malabsorbsiyon hastaları hariç ender görülür. Doğumdan sonraki ilk 3-5 gün içerisinde bağırsak florası henüz tam gelişmemiş olduğundan K vitamini eksikliği vardır.

ENZİMLER

*Proteinlerin en büyük ve en özelleşmiş grubunu oluşturan enzimler, canlı hücreler tarafından sentezlenen biyolojik katalizörlerdir.

*Organizmaların hayatlarını devam ettirebilmek için gerçekleştirdikleri tüm hayatsal faaliyetler metabolizmayı oluşturur.

 metabolizma

*Metabolik olayların tamamı enzimler tarafından katalizlenir.

*Kimyasal bir olayın başlayabilmesi için enerji gerekir. Kimyasal bir tepkimenin başlayabilmesi için gerekli olan en düşük enerji miktarına ‘aktivasyon enerjisi’ denir.

 aktivasyon-enerjisi

*Kimyasal bir reaksiyona giren moleküller hareket halinde olduklarından birbiri ile çarpışırlar ve hareket enerjileri az olduğu için tepkimeye girmeleri kolay olmaz ve reaksiyon yavaş olur.

  

 

Reaksiyon hızı iki yolla arttırılabilir;

1.Sistemin sıcaklığı arttırılarak reaksiyonun hızı arttırılabilir. Bu şekilde moleküllerin ısıtılması ile hareket enerjileri artar. Böylece moleküller birbirleri ile daha sık çarpışarak reaksiyona girmeleri kolaylaşır ve daha fazla ürün meydana gelir. Canlı sistemlerdeki biyokimyasal olaylar hücrede meydana geldiği için reaksiyon sırasında açığa çıkacak olan yüksek ısı proteinlerin yapısını bozacağından hücreye zarar verir.

Bu nedenle bu yol canlı hücreler için uygun değildir.

2.Sisteme katalizör ilave edilmesi. Reaksiyona girerek reaksiyonu hızlandıran ve sonunda değişikliğe uğramadan çıkan maddelere ‘katalizör’ denir.

 

*Enzimler tepkimeleri hızlandıran ve tepkime sonunda değişikliğe uğramadan çıkan maddelerdir.

*Enzimler reaksiyonları başlatmazlar. Başlamış reaksiyonları milyon katından daha da fazla hızlandırırlar. Eğer enzimler olmasaydı tepkimeler çok yavaş geçecekti.

*Aşırı asit, baz ve sıcaklıktan olumsuz etkilenirler.

*Özeldirler. Subsrata uygun yüzeylere sahiptirler.

*Ribozomda sentezlenirler.

*Bozulmalarına denatürasyon, yenilenmelerine renatürasyon denir.

*Her gen bir enzimin yapımından sorumludur.

*Basit ve bileşik enzimler olmak üzere ikiye ayrılırlar.

 enzimler1

*Basit enzimler sadece protein kısımdan(apoenzim) oluşurlar. Bu enzimlerin etkinlik gösterebilmeleri için başka kimyasal moleküllere gereksinimi yoktur.Örneğin, pepsin ve üreaz enzimleri.

*Bileşik enzimler ise apoenzim ve yardımcı kısım ile birlikte holoenzimi (aktif enzim) oluştururlar. Bileşik enzimlerin aktif hale gelebilmesi için protein kısımlarına inorganik (kofaktör) veya organik molekül (koenzim) bağlanması gereklidir. Bu enzimlerin yapısında bulunan Fe , Mn, Mg gibi organik maddeler kofaktörlerdir.

*Protein kısmına kofaktör ya da koenzim bağlanması ile aktifleşen enzimlere holoenzim denir.

                                               BİLEŞİK ENZİM (HOLOENZİM)

                 PROTEİN KISIM                       +                       YARDIMCI KISIM

Apoenzim denir.

Koenzim ya da kofaktör denir.

Etki edilecek subsratı seçer.

Aktifleştirici kısım olduğundan esas işi yapar.

Çok çeşitlidir.

Kofaktörler metal iyonlarıdır.

Koenzimler vitamin yapılıdır.

Genellikler yardımcı kısma bağlanarak aktifleşir.

Aktivatördürler. Enzimlerin çalışmasını hızlandırırlar.

Tek başlarına da çalışabilenleri vardır. Örneğin; amilaz enzimi

Tek başlarına tepkimeyi gerçekleştiremezler.

 

*Enzimlerin etki ettiği maddeye subsrat denir ve subsrat reaksiyopn sonunda kimyasal olarak değişikliğe uğrayarak ürün veya ürünleri oluşturur.

*Hücrede gerçekleşen birçok reaksiyonda iki veya daha fazla subsrat aktif bölgeye bağlanabilir.

***Enzimlerin subsrata etkisini açıklayan 2 teori vardır;

a.Anahtar-kilit teorisi: Bu teoriye göre enzimin aktif bölgesinin şekli subsrata benzerdir ve subsrat enzime kolaylıkla bağlanır. Reaksiyon sonunda subsrat kimyasal olarak değişikliğe uğrayarak ürün veya ürünleri oluşturur ve enzim değişikliğe uğramadan çıkar.

 anahtar-kilit-teorisi

b.Uyum hipotezi: Aktif bölge esnek bir durum göstermekte ve subsrat enzim yüzeyine bağlanıncaya kadar da belirli bir şekil almamakta ve subsrat varlığında yapıda ortaya çıkan bir değişikle subsratı bağlayacak biçimsel değişikliğe uğrar.

S(Subsrat) + E(Enzim) = SE(Subsrat+Enzim) → A(Ürün)+B+E(Enzim)

 

 

ENZİMLERİN HÜCREDE BULUNDUĞU YERLER

 hucre-enzim

*Enzimler yaptıkları görev ile ilişkili olarak hücrenin çeşitli yerlerinde bulunurlar.

*Bazı enzimler hücrede sitoplazmada bulunur.

*Mitokondri ve kloroplast matrikslerinde de bulunurlar.

*Nukleusta RNA polimeraz ve DNA polimeraz enzimleri bulunur.

*Golgi ve endoplazmik retikulum da çeşitli enzimler içerirler.

 

 

ENZİM AKTİVİTESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER:

1.Sıcaklık: Protein yapıda oldukları için sıcaklıktan etkilenirler. Enzimlerin en iyi çalışabildikleri sıcaklığa optimum sıcaklık denir. Daha düşük veya daha yüksek sıcaklık enzimlerin çalışma hızını azaltır.

2.Ortam Ph’sı: Enzimin en hızlı aktivite gösterdiği pH, o enzimin optimum pH’sıdır.Bunun her iki yanında reaksiyon hızı yavaşlar.

3.Enzim konsantrasyonu: Ortamda yeterli subsrat var ise enzim yoğunluğu arttıkça reaksiyonun hızı da doğrusal bir şekilde artar. Yani tepkime hızı enzim konsantrasyonu ile doğru orantılıdır.

4.Subsrat konsantrasyonu: Enzim miktarı ve diğer şartlar sabit tutulduğunda subsrat yoğunluğu arttıkça reaksiyonun hızı da artar,doğrusal bir artış görülür.Tepkime hızı en yüksek noktaya eriştikten sonra subsrat ilave edilirse sabit kalır.Çünkğü doyma noktasına erişilmiştir.

5.Subsrat yüzeyi: Enzim etkinliği subsratın dış yüzeyinden başladığı için subsrat yüzeyi arttıkça tepkime hızı da artar.

 substrat

6.Su: Enzimler etkinliklerini su varlığında gerçekleştirirler. Su kayı enzimlerin faaliyetlerini engelleyeceği için biyokimyasal olaylar durur.

7.Kimyasal Maddeler: Bazı maddeler enzimlerin etkinliklerini arttırırlar. Bunlara aktivatör madde denir.

Bazı maddeler de enzimlerin etkinliklerini durdurur. Bunlara inhibitör madde denir.

İNORGANİK BİLEŞİKLER


canlıların kendi vücutlarında sentezleyemeyip,dışarıdan hazır aldıkları bileşiklerdir.Hem canlı vücutunda hem de cansız ortamda bulunurlar.Küçük moleküllü olup,devamlı ve yeterince bulunması gerekir.Canlılar bu bileşiklere gereksinim duyar.Besin olarak kullanılan inorganik maddeler “mineraller ve su” sindirilemezler.Enerji vermezler.Bunlar düzenleyici maddelerdir.Karbon elementine sahip olmayan tüm moleküller İnorganik Bileşikler olarak adlandırılr.


1) SU
Dünya üzerindeki yaşamın tamamı suya bağlıdır.Tüm yaşayan dokuların %70-90’ı sudur.Yaşamı karakterize eden tüm tepkimeler su içeren ortamlarda yer alırlar.Su hayat için gerekli olan en önemli moleküldür.Bir insan,yiyeceksiz haftalarca yaşayabilir.Ancak,susuz sadece birkaç gün yaşayabilir.Vücut için gerekli olan su miktarı günlük çalışma durumumuza göre değişir.Günde ort.1.5-2.5 lt su almamamız gerekir.Yaşa göre vücut ağırlığının %40-%75’i sudur.Yaşlandıkça vücuttaki su oranı azalır.Bu su dışardan alındığı gibi,vücutta ara ürün olarak oluşur. Canlı organizmanın büyük bir kısmı su moleküllerinden oluşmuştur.Organizmaların yapısındaki su oranı %65-95 arasındadır.Bu oran,su bitkilerinde %98’e kadar yükselmektedir.Tohumlarda ise su oranı %15’den %5’e düşer.Bütün hücreler bir sulu çözeltide bulunur.Her türlü madde değişimin “doku sıvısı”denilen çözeltiyle sağlarlar.
• Su kimyasal tepkimelerde rol alan çok iyi bir çözücüdür.Bu sayede sindirime büyük ölçüde yardımcı olur.Su molekülünün belirgin bir polaritesi ve hidrojen bağı oluşturmak için büyük bir eğiliminin olması nedeniyle su,hem iyonik hem de iyonik olmayan maddelere karşı çok iyi bir çözücüdür.
• Su pek çok organizmanın vücudunda taşıyıcı ortam olarak görev yapar.Maddelerin vücutta bir bölgeden diğer bölgeye taşınması suyla sağlanır.Ayrıca,su besin maddelerini kan plazması olarak taşır.
• Su, metabolizma olaylarını hızlandırır.Enzimler ancak sulu bir ortamda çalışır.
• Idrardaki su boşaltıma,terleme olayı ile de dolaşıma yardımcıdır.Terleme olayında vücut ısısının fazlası dışarıya suyla atılır.Böylece vücut ısısı dengelenir. 
• Su ,bitkilerde ‘fotosentez’ ana elemanı olarak bu canlılar için de çok büyük önem taşır.
• Ayrıca su, absorbe ettiği fazla ısı ile Dünya’mızın çevresel ısısını düzenler.Böylece hem çevresel ısı çok yükselmez ve saklandığı için ısı kaybolmaz.


2) MİNERALLER

• Sindirilmeden direk olarak kana alınırlar.Enzimlerin yapısına katılırlar.Vitaminlerle birlikte düzenleştirici olarak görev yaparlar.Vücudumuzda Cl ,P, S ve N elementlerinin asit bileşikleriyle Na, K, Ca, Mg, Fe, Mn ve Cu metallerinin baz özelliğindeki bileşiklerine rastlanmaktadır.
• Mineraller hücrede protein,karbonhidrat,yağ gibi,organik maddelere bağlı olarak bulundukları gibi hücrede tuz halinde de bulunabilirler.
• Minareller, vitamin-hormon-enzim v.b. moleküllerin yapısına katılır.70kg ağırlığındaki bir insanda ortalama 3 kg mineral tuzları vardır. 
• Organizmanın yapısında az da olsa minerallere ihtiyaç vardır.
Mineraller kanın kanın osmotik basıncının ayarlanmasında ,kas kasılmasında,kanın pıhtılaşmasında, ve sinirlere uyarının iletilmesinde önemli role sahiptir.
• Minareller bazı enzimlerin yapılarına katılarak katalizör görevi yapar.
• İdrar,ter ve dışkı ile dışarı atıldığından mineral içeren besinlerin düzenli olarak vücüda alınması gereklidir.Yiyeceklerde bulunan ve mineral olarak adlandırılan bütün maddeler aslında tuzdur.Yeterli mineral içermeyen besin maddeleri ile beslenilirse,tuz atılması devam edeceğinden kas krampı gibi bazı bozukluklar görülür.Sıcak ortamlara maruz kalan insanlar daha fazla terledikleri için dışarıdan yeterince tuz almalıdır.
Sodyum ve klor bütün vücut sıvıları içinde iyon olarak bulunur.Ancak kan gibi hücre dışı sıvılar içindeki bu iyonların miktarı daha fazladır.Sodyum ve klor dokularda suyu tutarak vücudu su dengesini sağlar.Sodyum ve klor kas ve sinir sistemi işlevleri için gereklidir.Ancak bazı böbrek hastalıklarında,yüksek
• tansiyonu olan insanlarda suyun az alınması gerekir.Çok küçük çocukların böbrekleri fazla tuzu süzemediğinden fazla miktarda alınan tuzdan zarar görürler.
• Sodyumla birlikte vücut sıvılarında bulunan ve hücrelerin çalışmasını kontrol eden mineral potasyumdur.Vücutta hücre ara sıvısı ile hücre sıvısı arasında bir sodyum,potasyum oranı vardır.Sodyum gibi potasyumun da büyük bir kısmı,tüketilen besinlerden kolayca emilir.Fazlası böbreklerden atılır.İshal gibi,su kaybının fazla olduğu durumlarda potasyum kaybı da fazla olur.
• Vücutta en bol bulunan mineral kalsiyumdur.Kalsiyumun büyük bir kısmı fosforla birlikte kemiğin ve dişin yapısına katılır.Geri kalan kısmı kasların kasılmasında ,sinirlerde,kanın pıhtılaşmasında ve bazı enzimlerin çalışmasında görev yapar.Vücuda alınan kalsiyumun bir kısmı emilir.Emilmeyen kısmı dışkı ile atılır.D vitamini kalsiyumun emilmesine etki eder.Vücuda fazla kalsiyum alınsa bile D vitamini yetersiz olursa kalsiyum bağırsaklarda emilemez.Küçük çocuklarda kalsiyum ve D vitamini yetersizliğine bağlı olarak’raşitizm’ denilen hastalık görülür.Yetişkin insanlarda potasyum kaybı ile ‘osteomalazi’ denilen kemik yumuşaması hastalığı ortaya çıkar.Vücutta en bol bulunan minerallarden biri de fosfordur.Fosfor kalsiyumla birlikte kalsiyum fosfat şeklinde kemiklerin ve dişin yapısına katılır.Fosfor ,nükleik asit,yağ,protein ve karbonhidrat gibi moleküllerin yapısına da katılır.Vücudun yapısına katılan minerallerden biri de demirdir.Vücudumuzdaki demirin yarıdan fazlası kana kırmızı rengini veren hemoglobinin içinde bulunur.Demir aynı zamanda kas proteinleri karaciğer,dalak ve kırmızı kemik iliğinde bulunur.Vücuda yeteri kadar demir alınmamamsı yada vücuttan atılan demir miktarının alınandan fazla olması durumunda demir yetersizliği başlar.Demir eksikliğinde,hemoglobin yapılamaz ve ‘kansızlık’(anemi) görülür.Demir bakımından zengin yiyeceklerle beslenmek sureti ile kansızlık önlenir.İyot, tiroid bezi hormonu olan tiroksinin yapısına katılır.Vücuda yeteri kadar iyot alınmazsa tiroid bezi iyi çalışamaz ve tiroksin hormonunu az salgılar.Tiroksinin az salgılanması tiroid bezinin büyümesine neden olur.Basit ‘guatr’ hastalığı denilen bu durum lahanayı çok tüketen insanlarda,bulunan bir madde tiroid bezinde iyot bağlanma tepkimesini engellemektedir.Sülfatlar kaslarda bulunur ve proteinlerin yapısına katılır.Flüor dişlerin yapısına katılır.Flüorün azlığı dişlerin çürümesine,fazlalığı dişlerin sararmasına yol açar.Bakır bazı enzimlerin yapısına katılır. 
 
Yani kısaca ;
 
• Vücut içindeki birçok enzimin ve hemoglobin gibi moleküllerin yapısını oluştururlar.Bunlar,demir,fosfor gibi elementlerdir.
 
• Kemiklerin ve dişlerin normal olarak gelişmesini sağlarlar.Bunlar için gerekli olan madensel maddeler, kalsiyum, fosfor,magnezyumdur.
 
• Vücut ve hücre sıvısının osmotik basıncını düzenlerler.Bunlardan hücre içi sıvıda sodyum,klor,hücre dışı sıvıda potasyum,magnezyum,fosfor bulunur.
 
• Sinirsel uyarı iletiminde ,kas kasılmasında ,Kanın pıhtılaşmasında rol alırlar.


3) ASİT - BAZ - TUZLAR


a.) Asitler

Su içersinde çözündüğünde H+(hidrojen) iyonu veren bütün bileşikler asit özelliğindedir.
Asitler turnusol kağıdının rengini maviden kırmızıya dönüştürür.
Asitlerin tatları ekşidir.Ama kuvvetli olanlar tadılamaz.Yapılarında karbon içeren asitlerin çoğu organik asittir.
Laktik asit (CH3-CHOH-COOH) ; organik asite, hidroklorik asit(HCI) ise inorganik asite örnek verilebilir.
Ayrıca asitler ayıraç olarak kullanılır.(=Nitrik asit protein ayıracı olarak kullanılır.)

Protein + derişik nitrik asit(HNO3) >>>> ısı >>> sarı renk oluşur



b.) Bazlar


Suda çözündüğü zaman hidroksil iyonu (OH-) veren bileşikler bazik özellik gösterir.
Bazlar turnusol kağıdının rengini kırmızıdan maviye dönüştürür.
Yapılarında genellikle karbon,azot bulunduran bazlar organik bazlardır.Metilamin (CH3NH2) organik baza;sodyum hidroksit(NaOH),potasyum hidroksit (koh) gibi bazlar ise inorganik bazlara örnek verilebilir.
Tadları acıdır.

Ba(OH)2,KOH,Ca(OH)2,NaOH gibi bazlar solunum ve fermantasyon deneylerinde CO2 tutucu özelliklerinden dolayı ayıraç olarak kullanılır.Bunlar aynı zamanda nem tutucu olarak da kullanılır.

Asit – Baz Dengesi 

Ortamın hidrojen iyon yoğunluğunun negatif (-) logaritması asitliğin ,hidroksil iyon yoğunluğunun (-) logaritması ise bazikliğin derecesini verir. H+ iyonu arttıkça ortam asidiktir ve pH 0 ile 7 arasında bir değer gösterir.OH- iyonu arttıkça ortam baziktir ve pH 7 ile 14 arasında bir değer gösterir.H+ iyonu ve OH- iyonları eşit miktarda ise ortam nötrdür ve pH’7 dir.
PH değeri organizma için çok önemlidir.Biyokimyasal tepkimelerin gerçekleşebilmesi için pH’ın belirli bir düzeyde tutulması gerekir.pH’daki çok az bir değişiklik bile biyokimyasal tepkimeleri olumsuz etkiler.Bu nedenle pH değerinin sabit kalması gerekir.İnsan kanının pH’ı 7,4’e eşittir.İnsan kanının p H’I 7’ye düşerse ya da 7,8’in üstüne çıkarsa ölüm olayı meydana gelir.Bazı bakteri ve mantarlar asidik ortamlarda yaşayabilir,fakat bazik ortamlarda yaşayamazlar.


c.) Tuzlar
Asitlerle bazlar karıştığında asitin H+ iyonu ile bazın OH- iyonu birleşir.Bu birleşim sırasında bir molekül su açığa çıkar ve tuz meydana gelir.

HCI + NaOH =H20+ NaCL 

Hidroklorik asit + sodyum hidroksit(baz) = su + sodyum klorür (tuz)

Hücrenin içinde ve hücrelerin arasında çeşitli mineral tuzları vardır.Bunlar içinde en önemlileri sodyum,potasyum,magnezyum ve kalsiyum tuzlarıdır.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol